Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi
14 yaşında oğlu için ağlamaklı bir şekilde bizi arayan baba; “oğlum daha 14 yaşında nasıl eşcinsel olabilir?” diye haykırıyordu.
Aile, İstanbul’da bir hekime başvurmuş ve hekim yaptığı 15 dakikalık görüşme sonrasında babaya, “bu oğlunuzun cinsel kimliği, onu bu şekilde kabul edeceksiniz, eşcinsellik doğuştan gelen bir durumdur, en az heteroseksüellik kadar normal bir durumdur” derken, oğluna ise; “bu durumu kabullenmekten başka çaren yok” demiş. Bunun üzerine baba; “oğlumun hiç kimseyle bir ilişkisi olmamış, bu sadece, ben onu internette gay pornolarını seyrederken yakaladığım için bana açıklamak zorunda kaldığı bir his, ayrıca oğlum bana kadınlardan da hoşlandığını söyledi, sadece kafası karışmış, ben uzun yol şoförü olduğum için evde çok bulunamadım, oğlum daha çok annesi ve ablası ile vakit geçirdi, onlardan etkilenmiş olabilir mi?” diye sormuş. Hekim; “yapacak hiçbir şey yok, bu durumu kabulleneceksiniz” diyerek aileyi göndermiş.
Elinizde tuttuğunuz kitap, çocuklarının eşcinsel eğilimlerini fark ettiklerinde kendilerini bütünüyle çaresiz hisseden, kimi zaman başvurdukları bazı hekimlerin tuhaf yorumlarıyla kafaları iyiden iyiye karışan anne babaları, böylesine hassas bir konu hakkında donanımlı kılmak amacıyla yazılmış bir rehber kitaptır. “Eşcinsellik gerçekten doğuştan gelen bir durum mudur?”, “eşcinsellik kader midir?” gibi sorularının yanıtlarını bulabileceğiniz en kapsamlı ve en doyurucu çalışma, şu anda okumakta olduğunuz “Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi” adlı kaynak kitaptır.
Bu rehber, okurunu başta eşcinsellik olmak üzere, psikolojik sorunlar hakkında bilgilendirmek, sorunu yaşayan kişilerin onunla başa çıkma becerilerini artırmak ve tutucu çevrelerinin sorunu anlama kapasitelerine katkı sağlamak üzere hazırlanmıştır. Sıkıntı veren sorunlarla ilgili en kalıcı ve etkili bilgi kaynağı ise, kitabın bu konu hakkında içerdiği yaşam öyküleridir. Bu nedenle “Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi” adlı başvuru kitabında, etik kurallar içerisinde vaka deşifrelerine yer verilmiş, daha önce yaşanılan hayat tecrübelerinin ve bu tecrübelerden edinilen bilginin kalıcı olarak yerleşmesi hedeflenmiştir.
“Eşcinselliğin doğuştan gelen genetik bir durum olduğu” savı uzun zamandır birçok hekim ve eşcinsel lobisi tarafından hem topluma hem de eşcinsellere dayatılmaya çalışılmaktadır. Oysa eşcinselliğin biyolojik ya da genetik kökenli olduğuna dair kabul görmüş bilimsel bir veri mevcut değildir. “Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi” ve bu kitaptaki olgular, bu savın ne kadar asılsız olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Çünkü eşcinsellik birçok hekim tarafından farklı olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde hekimler arasında hastalık olmadığı, üçüncü bir cins olduğu ve tedavi gerektiren bir durum olmadığı düşüncesinin yanında; tamamen bir hastalık olduğu ve neredeyse zorunlu bir şekilde tedavi edilmesi gerektiği düşünceleri, konu ile ilgili kutuplaşmayı ve beraberinde de kaçınılmaz bir şekilde tartışmayı getirmektedir.
DSM-IV-TR ve ICD–10 gibi uluslararası hastalık tanı sitemlerinde eşcinselliğin ele alınışı yukarıda konu edindiğimiz kutuplaşmayı göstermesi açısından önemlidir. Eşcinsellik DSM-IV tanı sistemine göre, 1970’li yıllara kadar bir bozukluk olarak değerlendirildi. Bu hastalık kavramı insanoğlunun var olmasıyla 1970’li yıllara kadar eşcinsel insanlara istekleri dışında tedavi adı altında medikal, psikolojik ya da tamamen insanlık dışı uygulamaların yapılmasına bir gerekçe oldu. DSM-IV tanı sisteminde hastalık olmadığı kabul edilince eşcinsel insanlar ya da eşcinsel lobi büyük bir huzura kavuşmuş oldu. Ancak sorun bu şekilde tamamen çözülmedi. Hâlbuki “eşcinsel olma veya olmama”, “eşcinselim ya da değilim” deme sorunu; hem toplum bazında hem de eşcinsellerin azımsanmayacak bir kısmı için halen devam etmektedir. ICD-10’nun eşcinsellikle ilgili yaklaşımı kanımızca daha doğrudur, cinsel terapistler ve bu sorunu yaşayan insanlar için daha yol göstericidir. ICD-10’nda eşcinsellik; F66 kodu ile cinsel gelişme ve yönelimle ilgili ruhsal ve davranışsal bozukluklar adı altında ele alınmıştır ve burada “sadece cinsel yönelim bir bozukluk olarak kabul edilmemelidir” ibaresi vardır. Homoseksüalite (eşcinsellik), heteroseksüalite ya da biseksüalite cinsel gelişme ve yönelimdeki kişi için sorunlu olabilecek farklılıkları belirtmek için kullanılmıştır. Ancak cinsel olgunlaşma bozukluğu, benliğe yabancı cinsel yönelim ve cinsel ilişki bozukluğu gibi durumların eşcinselliğe eşlik etmesi için, kişinin eşcinselliği ya da eşcinsel ilişkiyi yaşamayı bir sorun haline getirmesi gerekmektedir. Yani ICD-10’nun bu yorumuna bakıldığında eşcinselliğin bazı türlerinin ruhsal bir sorun olarak kabul edildiği görülecektir.
İnsana dair her durum tartışılabilir, eşcinsellik de tartışılmaz bir tabu veya dogma değildir. Bir grup ruh sağlığı profesyoneli, eşcinselliği değişemez tek bir yapı olarak ele alma eğilimindeyken; bir grup ruh sağlığı profesyoneli de eşcinselliği hastalık olarak görmektedir. Türkiye’de ruh sağlığı profesyonelleri -Amerika ve Avrupa’daki örneklerine benzer şekilde- eşcinsellik konusunda bilimsel bir zeminde kendilerine ait bir görüş geliştirmeye çalışmalıdırlar. Bu görüş “eşcinsellik hastalıktır ya da değildir” gibi keskin saptamalarla tanımlanmamalıdır. Bu tür kutuplaşmış bir değerlendirme yapmak bütün diğer ruhsal bozukluklarda olduğu gibi “normal” ile “psikopatoloji” ve “eşcinsel fantezi” ile “eşcinsel eylem” arasında geniş bir yelpazede bulunan insanlara büyük bir haksızlık olacaktır.
Eşcinsellik tek ve sabit bir durum değildir, birçok alt tipi vardır ve tek bir yapı olarak ele alınmaması gerekir. Bazı alt tiplere giren eşcinseller tedavi arayışındadırlar ve isterlerse tedavi edilebilirler. Koruyucu ruh sağlığı sınırlarında sosyal bir problem olarak değerlendirilmesi gereken eşcinsellik bir tercih değildir ama eşcinsel ilişki yaşamak bir tercihtir. Çünkü eşcinsellik insanda doğal olarak var olan bir yönelim değildir. Çocukluk çağında yaşanan travmalara, işgallere ve ihmallere bağlı olarak sosyal öğrenme ile veya yanlış eğitimle gelişmiş bir durumdur. Eşcinsellerin ortak noktası hatalı anne-baba tutumları, ihmaller, işgaller, duygusal ve bedensel travmalar içeren erken çocukluk yaşantılarıdır. Yani eşcinsellik çoğunlukla zor ve acı dolu bir sürecin sonunda oluşan bir durumdur. Bu nedenle eşcinselliğin nedenlerini anlamak ve yaygınlaşmasını önlenmek çok önemlidir. Yapılan çalışmalarda ve literatür bilgilerinde, sağlıklı ve mutlu bir aile ortamında yetişmiş ve herhangi bir travmaya maruz kalmamış ama eşcinsel bir yaşantı süren bir kişiye hiç rastlamamıştır. Ancak travmalar, işgaller ve ihmaller içeren erken çocukluk yaşantılarına sahip olan herkes eşcinsel olmaz. Çünkü mesele travmaya maruz kalmak değil, o travmanın nasıl içselleştirdiğidir. Ancak her eşcinselin travmalar, işgaller ve ihmaller içeren erken çocukluk yaşantısına sahip olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu nedenle sağlıklı ve mutlu bir aile kurumuna, anne-baba ve eş eğitimlerine, evlilik öncesi cinsel danışmanlık ve rehberlik hizmetlerine ve “Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi” gibi kitaplaraher geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaktayız.
Eşcinsel eğilimlerinin üstesinden gelmeye çalışan kişiler dünyada hızla yayılan eşcinsel hakları hareketleri tarafından görmezden gelinmektedir. Tedavi olmak isteyen ve sayıları hiç de azımsanamayacak rakamlara ulaşan eşcinseller, destek alma veya terapi görme imkânlarından mahrum bırakılmaktadırlar. Hatta bazı hekimler ve cinsel terapistler, önsözümüzün başında değindiğimiz vakada olduğu gibi, yaşadıklarından rahatsızlık duyan ve tedavi arayışına giren eşcinsel hastaları “bu sizin cinsel tercihiniz, değiştiremeyiz veya eşcinselliğin tedavisi yok” diyerek geri çevirmektedir. Böylelikle, en temel insan hakları meselelerinden biri olan sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkı da çiğnenmektedir. Ancak bunlara rağmen, eşcinsel eğilim, dürtü, duygu ve davranışlarından acı çeken, bunaltı duyan ve tedavi olmak isteyen kişilerin, her geçen gün daha fazla artan bir oranla, tedavi olma arayışına girdiğini görüyoruz. Ruhen ve bedenen sağlıklı olmak doğal bir insan hakkıdır. Ancak herkes bilerek ya da bilmeyerek yaptığı bazı davranışlar da dâhil birçok etken yüzünden ruh sağlığını ve sağlıklılık halini yitirebilir, hastalanabilir ve tedavi olmak isteyebilir.
“Tedavi olma hakkı” evrensel bir insan hakları meselesidir.
Bu hak, tedaviye gönüllü olan kişilere “yepyeni bir hayata başlayın” anlayışıyla sunulabilir. Eşcinselliğin nedenlerini anlamak, ailenin desteğini almak, aynı cinsle cinsel olmayan sağlıklı ilişkiler kurma ihtiyacının karşılanması ve eşcinselliğe yol açan çocukluk yaralarını iyileştirmek, değişime giden yolda atılması gereken en uygun adımlar gibi görünmektedir.
ABD’de yapılan araştırmalar, erkeklerin %20’inde, kadınların ise %18’nde eşcinsel eğilim olduğunu göstermektedir. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED)’in yaptığı Eşcinsellik Anketi’ne göre; ülkemizde eşcinsellik oranı %12 gibi gözükmektedir. Ancak konunun hassasiyeti ve gizli eşcinsellerin sayısı göz önüne alındığında bu oranın daha fazla olması muhtemeldir. Bu yaygınlaşma özgürlüklerin artmasının bir göstergesi olarak değerlendirilebileceği gibi, Türk aile yapısının bozulmasının bir işareti olarak da görülebilir. Bu bir uyarı işaretidir, göz ardı edilmemelidir.
Başta Üniversitelerimiz, Diyanet İşleri Başkanlığımız, Sağlık Bakanlığımız ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığımız olmak üzere, medya ve sivil toplum kuruluşları eşcinsellik gerçeğini kabul etmelidirler. Çünkü eşcinsellik sadece zekilerin görebildiği iddia edilen bir elbise diktiren çıplak kral hikâyesine benzetildi ve adeta tabulaştırıldı. “Kral çıplak” diye haykıran çocuğun sesi gibiydi Joseph Nicolosi’nin “Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi” adlı kitabı. Son yıllarda başta ruh sağlığı profesyonelleri, entelektüeller ve medya olmak üzere herkes, sözbirliği etmişçesine, eşcinselliğe görünmez kumaştan alımlı bir elbise dikmeye çalıştı. Aslında medya mensupları da, din adamları da, ruh sağlığı profesyonelleri de farkındaydı eşcinselliğin üzerinde öyle büyülü bir elbise bulunmadığının, halk da. Yani kralın çıplak olduğunu herkes görüyor, kulaktan kulağa söylüyordu; ancak tarif edilen elbise dikilebilse kralın üzerinde öyle güzel duracaktı ki herkes bu ortak yalana inanmış gibi yapmayı seçti: “Eşcinsellik üçüncü bir cinsiyettir”, “Eşcinsellik bir tercihtir”, “Eşcinsellik doğuştan gelen, genetik bir yapıdır”, “Eşcinsellik hastalık değildir” gibi farklı türden hayranlık cümleleri döküldü ağızlardan. Böylesi işine gelenler yani bilimsel bir meseleye ideolojik yaklaşanlar kralın yani eşcinselliğin gerçek fotoğrafını çekmeye hiç yanaşmadılar. Kralın üstünde elbise filan olmadığını görenler de “yobaz, aptal, çağ dışı, homofobik” hatta “gizli eşcinsel” yerine konmamak için susmayı tercih ettiler. Ancak gerçek: “Kral çıplak… Kral çıplak!” Bu nedenle kimsenin tartışmaya cesaret bile edemediği ve aykırı fikirlerini kapalı kapılar ardında sessizce paylaşabildiği eşcinsellik hakkında, kitap yazmak cesaret ister, yürek ister.
İşte Joseph Nicolosi ve Linda Ames Nicolosi birlikte yazdıkları “Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi” adlı kitapla bu yüreği ortaya koymuşlardır. Kaktüs Yayınları da bu eseri Türk halkına sunarak aynı yürekliliği göstermiştir.
Onların sergilediği bu yüreklilik, sorunun getirdiği sıkıntıları yakından yaşayan anne babaların yüreklerine su serpecektir.
Peki, ülkemizde yaklaşık her on kişiden birinde eşcinsellik sorunu varsa; bu insanlar isteyerek mi eşcinsel oldu? Şimdi bu soruyu kendimize sorup, vicdanlarımızla hesaplaşma zamanıdır.